26 Ekim 2016 Çarşamba

Dinlemeyi Bilmek

Dinlemeyi bilir misiniz? Gerçekten dinlemekten bahsediyorum, sesleri duyup, söylenen kelimeleri anlamaktan değil. Bence sözlü iletişimin en önemli ve etkili kısmı. Dinlemeyi “gerçekten” biliyorsanız eğer;

1. Anlatılanı, sizin için önemli olup olmadığına göre değil, anlatan için ne kadar önemli olduğuna göre dinlersiniz. Amaaan dert ettiğin şeye bak, gibi itici cümleler kurmazsınız.
2. Söz kesmeden dinlersiniz.
3. Anlatanın ruh halini anlamaya çalışırsınız (anlatılan olayda siz nasıl hisseder veya ne yapardınızı düşünmeden). Bu bir miktar da empatiye girer, aynı duyguyu hissetmeniz veya hak vermeniz gerekmez, ama anlayabilirsiniz.
4. Kafanızda cevap hazırlamadan dinlersiniz.
5. Fikriniz sorulmuyorsa fikir beyan etmezsiniz.
6. Çözüm istenmiyorsa çözüm sunmazsınız.
7. Başka bir şeyle ilgilenmez, vücut dilinizle (gözlerine bakmak, hafifçe karşıdakine doğru eğilmek, vb gibi) dinlediğinizi gösterirsiniz.
8. Aralarda, karşıdakini anladığınızı belirten ufak geri bildirimlerde bulunursunuz “kızmışsın”, “hayal kırıklığı yaratmış sende”, “çok üzülmüşün”, gibi. Hep olumsuz duygular olması gerekmiyor tabi ama mutlu ya da sevinçli bir şeyden bahseden insanın da geri bildirime ihtiyacı olmuyor zaten.

Bunlar benim görüşlerim, daha bilimsel olan listeleri internetten kolayca bulabilirsiniz. Gördüğünüz üzere, atlan deve değil. Kabiliyet falan da gerektirmiyor, öğrenilebilen bir şey.

Bana göre bunların içinde en önemlisi söz kesmemek. Bazısı sözünüzü küt diye kesip öyle bir soru sorar ki, sizi hiç dinlemediğini (ya da anlamadığını) hemen anlarsınız. Örneğin, bir gün, bir arkadaşıma sinirli bir şekilde bir olay anlatıyorum. Konu, iş yerinde birinin terfisi. Bu kişinin kendisine tebliğ yapıldığı gün ile ilgili olarak “o gün de işe gelmemiş, oğlunun okuluna mı ne gitmiş” gibi bir detay verip devam edeceğim… ama edemiyorum, bu noktada arkadaş “onun oğlu kaç yaşındaydı?” gibi bir soru soruyor. Ben bir anda şaşırıyorum, “ne?” falan diyorum, iyice sinirim kalkıyor, “ne alakası var güzelim bunun konumuzla” diyorum, “ha, yok da, merak ettim” diyor. Gazın kesiliyor tabi.

Ya da örneğin, heyecanla bişi anlatıyorum, karşımdaki iki kişi “peyniri şuraya domatesi de şuraya doğrayalım”, “domates pek güzel değil”, “ya evet ben de hafta sonu pazara gittim ama iyi domates kalmamış” falan, kendi aralarında muhabbetler, yani duvara konuşsam daha iyi. Bi de fısıldayarak konuşuyorlar… Lan zaten 3 kişiyiz, fısıldayınca dikkat çekmeyiz mi sanıyorsunuz? Susup bakıyorum. Neden sonra "Ay Banucum, ne diyordun?" diyor biri, şanslıysam yani, genellikle bir şey anlattığım da unutulur. Ne diyordun, dediklerinde de, “boşverin” falan diyip anlatmaya devam etmesen trip atıyor olacaksın, devam etsen, zaten heyecanın falan balon gibi sönmüş, ne manası kaldı? Gaz gene kesildi.

Aile içinde bile, masada ben bişi anlatırken annem araya girer “ay yemeğin tuzu az olmuş galiba, bi bakın da… sonra da tatlı olarak kadayıf var”, ya da ablam “buna yağ koydunuz mu?” falan. Gaz gitti!

Kocam ben bir şey anlatırken yekten gazeteye bakar…dı eskiden, ben konuşurken yavaş yavaş sayfaları çevirirdi, şimdi bilgisayara bakıyor. Gaz maz hak getire yani.

Niye bilmem, bu tip şeyler benim başıma çok gelir. Ben iyi bir dinleyiciyimdir oysa (bana göre yani), biri bişi anlatırken sözünü kesip saçma sapan sorular sormam, sonuna kadar dinlerim, anlamaya çalışırım, eğer o anda başka bir şeyle ilgilenmem gerekiyorsa “1 dakika, lafını unutma, şunu yapmam lazım, dikkatimi sana veremiyorum” der ve işimi halledip sonra tamamen o kişiye dönerek dinlemeye başlarım. Bunları gerçekten yapıyorum, çünkü bana yapılmadığı zaman çok rahatsız olduğum için başkalarının karşımda aynı rahatsızlığı hissetmesini istemiyorum. Çocuğum, kocam, annem, babam, arkadaşım, amirim, memurum, hiç fark etmez, herkese aynı özeni göstermeye çalışıyorum. Benden kaynaklı olmasa da, bir sebeple ortamda birinin sözü kesilmişse veya araya laf karıştırılmışsa, sonradan ona dönüp “sen bir şey anlatıyordun” derim mutlaka, ya da “e sonra n’oldu?” falan diyerek lafını tamamlamasını sağlamaya çalışırım.

Aynı özeni göremeyince önceleri bozuluyordum, artık alıştım. Özellikle heyecanla bir şey anlatırken kesilince çok fena oluyor. Yani tam gazı almışım, bana çok komik veya ilginç gelen bir şeyi şen şakrak anlatıyorum, sesim hafif yükselmiş falan, küt! Biri bir şey diyor, ya da soruyor, bi fonda duvara çarpma efekti eksik. İşte böyle anlarda kendimi sahiden aptal gibi hissediyorum. Tam anlamıyla şebek götüne dönüyorum (İlhamisi, kulakların çınlasın). Böyle böyle daha az konuşan biri oldum sanırım. Artık hiçbir ortamda fazla konuşmuyorum, nasıl olsa sonunu getiremeyeceğim. Eh, herkes hoşsohbet olamıyor ya da kendini dinletemiyor demek ki, ben de dinlemede ve yazmada iyiyim! Yazarken kimse sözümü kesemiyor ya, ondan herhalde.

Bu durumun bir de TV versiyonları var ki, beni iyice hasta ediyor, ekrana atlayıp insanların boğazını sıkasım geliyor. Açık oturumları hiç saymıyorum zaten, onları külliyen ayrı bi yere koyuyorum ve orada tutuyorum, bakmıyorum bile. Bir sağlık programı düşünün, diyelim ki diyabet konusunda uzman bir doktorla sohbet ediyor spiker (ya da belki program yapımcısı, bilmiyorum), yahu diyabetin ne olduğunu anlatamadan 1 saat geçiyor iyi mi? Yeminle bak, sohbet aynen şöyle gelişiyor:

- Hocam, diyabeti herkes biliyor ama, gene de kısaca tanımlar mısınız?
- Tabi, diyabet genellikle…
- Çocuklarda da görülüyor di mi?
- Evet, gerçi onun yüzdesi…
- Bir de herkesin merak ettiği şöyle bir konu var hocam, bilmem ne olanlarda diyabet daha mı yaygın?
- Bazı araştırmalar bunu gösteriyor ama…
- Bir de bunun bilmemneden kaynaklandığını söyleyenler var ama o zaman şu şöyle olmazdı, di mi hocam?
- Doğru aslında ama bundan daha önemli bir şey var ki o da…
- Aslında şu yönü de var di mi hocam
- Evet tabi, onu da göz önünde bulundurmak lazım ama…
- Kilo da çok önemli, değil mi hocam?
- Önemli tabi ama daha da önemlisi…
- Bu konuya az sonra dönelim, telefonda bir izleyicimizin size bi sorusu var, onu alalım isterseniz
- Tabi…

Sonra ne o konuya dönülür ne diğerlerine. Böylece hiçbir sorunun cevabı alınamadan bu güzel sohbetin sonuna gelinir. Ben oturduğum yerde kudururum. E spiker uzman, doktor uzman, 2 uzman olunca böyle oluyor tabi! Bir cümlenin de sonunu duysam, dişimi kıracağım vallahi…

Sanmayın ki sadece bizde böyle.

National Geographic kanalında Yıldızlarla Buluşma (StarTalk) diye bir ”talkshow” programı var, sunucusu astrofizikçi Neil Tyson. Genellikle 2 konuğu oluyor ve çoğunlukla bilim ve teknoloji konularında konuşuyor, sohbet ediyorlar. Bu programın herhangi bir bölümünde, konuşulan herhangi bir konu ile ilgili olarak doğru düzgün bir bilgi edinmek henüz nasip olmadı. İlerleyen zamanlarda inşallah. Kimse cümlesini bitirmiyor, herkes birbirinin sözünü kesiyor, can alıcı noktalar gayet üstün körü geçiliyor, vb, yani içerik olarak yukarıdaki muhabbetten hiç bir farkı yok, sadece İngilizce. Bir de arada espri yapıyor bunlar.

Ben böyle programlara gerçekten illet oluyorum. Hem merak uyandırıyorlar, hem hiçbir şey anlatmıyorlar. Konusu ne olursa olsun (sağlık, bilim, tarih, vb) hepsi magazine dönmüş. Bu anlamda herhalde en iyisi belgesel izlemek. En azından bir konuyu alıyor, iyi kötü bir akış/kurgu içerisinde, düzgün bir şekilde, cümleleri sonlandırarak size anlatıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder