Dinlemeyi
bilir misiniz? Gerçekten dinlemekten bahsediyorum, sesleri duyup, söylenen
kelimeleri anlamaktan değil. Bence sözlü iletişimin en önemli ve etkili kısmı.
Dinlemeyi “gerçekten” biliyorsanız eğer;
1. Anlatılanı, sizin için önemli olup olmadığına göre değil, anlatan için ne kadar önemli
olduğuna göre dinlersiniz. Amaaan dert ettiğin şeye bak, gibi itici cümleler
kurmazsınız.
2. Söz
kesmeden dinlersiniz.
3. Anlatanın
ruh halini anlamaya çalışırsınız (anlatılan olayda siz nasıl hisseder veya ne yapardınızı düşünmeden). Bu bir miktar da empatiye girer, aynı duyguyu
hissetmeniz veya hak vermeniz gerekmez, ama anlayabilirsiniz.
4. Kafanızda
cevap hazırlamadan dinlersiniz.
5. Fikriniz
sorulmuyorsa fikir beyan etmezsiniz.
6. Çözüm
istenmiyorsa çözüm sunmazsınız.
7. Başka
bir şeyle ilgilenmez, vücut dilinizle (gözlerine bakmak, hafifçe karşıdakine
doğru eğilmek, vb gibi) dinlediğinizi gösterirsiniz.
8. Aralarda,
karşıdakini anladığınızı belirten ufak geri bildirimlerde bulunursunuz
“kızmışsın”, “hayal kırıklığı yaratmış sende”, “çok üzülmüşün”, gibi. Hep
olumsuz duygular olması gerekmiyor tabi ama mutlu ya da sevinçli bir şeyden
bahseden insanın da geri bildirime ihtiyacı olmuyor zaten.
Bunlar benim
görüşlerim, daha bilimsel olan listeleri internetten kolayca bulabilirsiniz. Gördüğünüz
üzere, atlan deve değil. Kabiliyet falan da gerektirmiyor, öğrenilebilen bir
şey.
Bana göre
bunların içinde en önemlisi söz kesmemek. Bazısı sözünüzü küt diye kesip öyle
bir soru sorar ki, sizi hiç dinlemediğini (ya da anlamadığını) hemen
anlarsınız. Örneğin, bir gün, bir arkadaşıma sinirli bir şekilde bir olay
anlatıyorum. Konu, iş yerinde birinin terfisi. Bu kişinin kendisine tebliğ
yapıldığı gün ile ilgili olarak “o gün de işe gelmemiş, oğlunun okuluna mı ne gitmiş” gibi bir detay verip devam edeceğim… ama edemiyorum, bu noktada arkadaş
“onun oğlu kaç yaşındaydı?” gibi bir soru soruyor. Ben bir anda şaşırıyorum,
“ne?” falan diyorum, iyice sinirim kalkıyor, “ne alakası var güzelim bunun
konumuzla” diyorum, “ha, yok da, merak ettim” diyor. Gazın kesiliyor tabi.
Ya da
örneğin, heyecanla bişi anlatıyorum, karşımdaki iki kişi “peyniri şuraya
domatesi de şuraya doğrayalım”, “domates pek güzel değil”, “ya evet ben de
hafta sonu pazara gittim ama iyi domates kalmamış” falan, kendi aralarında
muhabbetler, yani duvara konuşsam daha iyi. Bi de fısıldayarak konuşuyorlar…
Lan zaten 3 kişiyiz, fısıldayınca dikkat çekmeyiz mi sanıyorsunuz? Susup bakıyorum. Neden sonra "Ay Banucum, ne diyordun?" diyor biri, şanslıysam yani, genellikle
bir şey anlattığım da unutulur. Ne diyordun, dediklerinde de, “boşverin” falan
diyip anlatmaya devam etmesen trip atıyor olacaksın, devam etsen, zaten heyecanın
falan balon gibi sönmüş, ne manası kaldı? Gaz gene kesildi.
Aile içinde
bile, masada ben bişi anlatırken annem araya girer “ay yemeğin tuzu az olmuş
galiba, bi bakın da… sonra da tatlı olarak kadayıf var”, ya da ablam “buna yağ
koydunuz mu?” falan. Gaz gitti!
Kocam ben
bir şey anlatırken yekten gazeteye bakar…dı eskiden, ben konuşurken yavaş yavaş sayfaları çevirirdi, şimdi bilgisayara bakıyor. Gaz maz hak getire yani.
Niye bilmem,
bu tip şeyler benim başıma çok gelir. Ben iyi bir dinleyiciyimdir oysa (bana
göre yani), biri bişi anlatırken sözünü kesip saçma sapan sorular sormam,
sonuna kadar dinlerim, anlamaya çalışırım, eğer o anda başka bir şeyle ilgilenmem gerekiyorsa “1
dakika, lafını unutma, şunu yapmam lazım, dikkatimi sana veremiyorum” der ve
işimi halledip sonra tamamen o kişiye dönerek dinlemeye başlarım. Bunları
gerçekten yapıyorum, çünkü bana yapılmadığı zaman çok rahatsız olduğum için
başkalarının karşımda aynı rahatsızlığı hissetmesini istemiyorum. Çocuğum,
kocam, annem, babam, arkadaşım, amirim, memurum, hiç fark etmez, herkese aynı
özeni göstermeye çalışıyorum. Benden kaynaklı olmasa da, bir sebeple ortamda
birinin sözü kesilmişse veya araya laf karıştırılmışsa, sonradan ona dönüp “sen
bir şey anlatıyordun” derim mutlaka, ya da “e sonra n’oldu?” falan diyerek
lafını tamamlamasını sağlamaya çalışırım.
Aynı özeni
göremeyince önceleri bozuluyordum, artık alıştım. Özellikle heyecanla bir şey
anlatırken kesilince çok fena oluyor. Yani tam gazı almışım, bana çok komik
veya ilginç gelen bir şeyi şen şakrak anlatıyorum, sesim hafif
yükselmiş falan, küt! Biri bir şey diyor, ya da soruyor, bi fonda duvara çarpma efekti eksik. İşte böyle anlarda
kendimi sahiden aptal gibi hissediyorum. Tam anlamıyla şebek götüne
dönüyorum (İlhamisi, kulakların çınlasın). Böyle böyle daha az konuşan biri
oldum sanırım. Artık hiçbir ortamda fazla konuşmuyorum, nasıl olsa sonunu
getiremeyeceğim. Eh, herkes hoşsohbet olamıyor ya da kendini dinletemiyor demek ki, ben de dinlemede
ve yazmada iyiyim! Yazarken kimse sözümü kesemiyor ya, ondan herhalde.
Bu durumun
bir de TV versiyonları var ki, beni iyice hasta ediyor, ekrana atlayıp
insanların boğazını sıkasım geliyor. Açık oturumları hiç saymıyorum zaten,
onları külliyen ayrı bi yere koyuyorum ve orada tutuyorum, bakmıyorum bile. Bir
sağlık programı düşünün, diyelim ki diyabet konusunda uzman bir doktorla sohbet
ediyor spiker (ya da belki program yapımcısı, bilmiyorum), yahu diyabetin ne
olduğunu anlatamadan 1 saat geçiyor iyi mi? Yeminle bak, sohbet aynen şöyle
gelişiyor:
- Hocam,
diyabeti herkes biliyor ama, gene de kısaca tanımlar mısınız?
- Tabi,
diyabet genellikle…
- Çocuklarda
da görülüyor di mi?
- Evet,
gerçi onun yüzdesi…
- Bir
de herkesin merak ettiği şöyle bir konu var hocam, bilmem ne olanlarda diyabet
daha mı yaygın?
- Bazı
araştırmalar bunu gösteriyor ama…
- Bir de
bunun bilmemneden kaynaklandığını söyleyenler var ama o zaman şu şöyle olmazdı,
di mi hocam?
- Doğru
aslında ama bundan daha önemli bir şey var ki o da…
- Aslında
şu yönü de var di mi hocam
- Evet
tabi, onu da göz önünde bulundurmak lazım ama…
- Kilo da çok
önemli, değil mi hocam?
- Önemli
tabi ama daha da önemlisi…
- Bu konuya
az sonra dönelim, telefonda bir izleyicimizin size bi sorusu var, onu alalım
isterseniz
- Tabi…
Sonra ne o
konuya dönülür ne diğerlerine. Böylece hiçbir sorunun cevabı alınamadan bu
güzel sohbetin sonuna gelinir. Ben oturduğum yerde kudururum. E spiker uzman,
doktor uzman, 2 uzman olunca böyle oluyor tabi! Bir cümlenin de sonunu duysam,
dişimi kıracağım vallahi…
Sanmayın ki
sadece bizde böyle.
National
Geographic kanalında Yıldızlarla Buluşma (StarTalk) diye bir ”talkshow”
programı var, sunucusu astrofizikçi Neil Tyson. Genellikle 2 konuğu oluyor ve
çoğunlukla bilim ve teknoloji konularında konuşuyor, sohbet ediyorlar. Bu
programın herhangi bir bölümünde, konuşulan herhangi bir konu ile
ilgili olarak doğru düzgün bir bilgi edinmek henüz nasip olmadı. İlerleyen zamanlarda inşallah. Kimse cümlesini
bitirmiyor, herkes birbirinin sözünü kesiyor, can alıcı noktalar gayet üstün
körü geçiliyor, vb, yani içerik olarak yukarıdaki muhabbetten hiç bir farkı
yok, sadece İngilizce. Bir de arada espri yapıyor bunlar.
Ben böyle programlara gerçekten illet oluyorum. Hem
merak uyandırıyorlar, hem hiçbir şey anlatmıyorlar. Konusu ne olursa olsun
(sağlık, bilim, tarih, vb) hepsi magazine dönmüş. Bu anlamda herhalde en iyisi
belgesel izlemek. En azından bir konuyu alıyor, iyi kötü bir akış/kurgu
içerisinde, düzgün bir şekilde, cümleleri sonlandırarak size anlatıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder