11 Ekim 2016 Salı

Daha Yeni Isınıyorum!

Şimdilerde “Sesim Seninle Her Yerde, Milton H. Erickson’un Telkin Hikayeleri”ni okuyorum. Yorum ve düzenlemesini Sidney Rosen yapmış, Türkçesi ise Fahri Karabay’a ait. Çevireni niye yazdın diyeceksiniz, bu kitabı bana kendisi hediye etti ve kısa bir araştırmada anladım ki, bu kitabı bulmak zor ve peşinde olan çok kişi var. Bunun için burada kendisine bir kez daha teşekkür etmek isterim. Bendeki kopyası Yol Yayıncılık’a ait ve basım yılı 2015.

Önce Kısaca Milton H. Erickson Kimdir? 

Milton Hyland Erickson dünyanın en önde gelen hipnoz uygulayıcısı, teorisyeni ve öğretmeni olarak bilinir. Modern medikal hipnozun babası olarak anılır. Hipnozun saygı duyulan klinik bir araç haline gelmesinde en büyük pay kendisindedir. Yalnızca Phoenix’teki ofisinde 30.000 civarında hasta/danışan ile çalıştığı tahmin edilmektedir. Kendisi hakkında sadece Amerika’da 100 den fazla kitap yazılmıştır. Dünya çapında adını taşıyan 50 adet enstitü bulunmaktadır.

Aynı anda hem psikoloji okurken hem de tıp fakültesini bitirdi. Yani hem psikiyatrist hem psikolog olan nadir bilim adamlarından biriydi.

Ondan önce hipnotistler hipnozun “Hipnotistin otoritesini kabul eden pasif durumdaki danışanın telkin alma kabiliyetini arttırarak ona telkinler yağdırmak” olduğunu düşünüyorlardı. Onun metodu ise içsel kaynakları (inner resources) öne çıkararak terapide kullanmaktı. Erickson psikoterapi ve hipnozun bu içsel kaynakların yeniden organize edilerek daha iyi kullanılması gerektiğini savunmuştur. Erickson hipnozu, danışanın problemini çözmede danışanla işbirliğini sağlamak amacı ile kullanmıştır.

Gelelim Kitaba

Kitap, Erickson’un hastalarına/danışanlarına ve öğrencilerine anlattığı telkin hikayelerinin bir derlemesi. Pek çok “hikaye” içeriyor, sonuç vermiş, işe yaramış hikayeler, çok ilginç ve öğretici. Hani hemen herkesin, inansa da inanmasa da kullandığı bir laf var ya “her şey kendi beyninde bitiyor kardeşim”, en basit anlatımla kitap, bunun doğrulaması gibi. Ben çevremdeki insanların problemlerine bakarak psikolojik sorunların/sıkıntıların fizyolojik sonuçları olduğu sonucuna zaten varmıştım; gergin insanların başı, omzu, boynu ağrıyor, fazla sorumluluk yüklenen insanların mide problemleri oluyor, takıntılı insanların uyku problemi oluyor, gibi. Tabi ki hepsi böyle demiyorum ama benim çevremdekiler böyle.

Kitapta Erickson’un büyük küçük, önemli önemsiz demeden her vakaya aynı özenle yaklaştığını ve çözdüğünü görüyoruz. Bir atletin müsabaka kazanmasını da sağlıyor, bir çocuğun ders başarısını yükseltmesini de… Ayrıca siğilden fobiye, yatak ıslatma probleminden içki problemine, pek çok sorunu nasıl çözdüğüne (veya hastasına/danışanına çözdürdüğüne) şahit oluyorsunuz. Bazı seanslardaki telkin konuşmasının tüm metnini vermiş kitapta. Önce hiç bir şey anlaşılmıyor, ama transdaki hastanın/danışanın cevaplarından, onun bir şeyler anladığını anlıyorsunuz. Yani bilinç düzeyine değil bilinçaltına etki eden telkinler bunlar. Sonradan metnin altındaki çözümlemeyi okuduğumda birşeyler anlar gibi oluyorum. Deha böyle bir şey herhalde, Erickson hangi kelimelerle nereye dokunacağını çok iyi biliyor ve her hasta/danışan için farklı tekniklerle ortaya koyuyor dehasını.

Anladığım kadarıyla Erickson’un telkin yönteminin bu kadar işe yaramasının en önemli sebebi, hastayı/danışanı işin içine katması, yani aslında hipnoz/telkin yoluyla hastaya/danışana bir nevi yol göstererek kendi kendini tedavi ettiriyor. Başkasına uygulamak tamamen uzmanlık alanı, yakınından bile geçmem ama kendi kendine yapılan telkinin ne kadar işe yaradığını kendimden biliyorum. Size 2 örnek vereyim:

Krampı yendim (galiba)

Akşam yattığınızda ayağınıza/bacağınıza kramp girdiği oldu mu hiç? Bende bir ara sık oluyordu. Geldiğini anlardım ve “ay allah kahretsin, kram giriyor, şimdi 10 dakika sürecek bu, öf kalkıp yürümem gerek, uykum var, tam da dalıyordum” vb şekilde buna yoğunlaştığımda tam da düşündüğüm gibi oluyordu. Bir gün gene krampın geldiğini hissettiğimde “hayır, bugün seninle uğraşamayacağım” dedim ve dikkatimi dağıtmaya çalıştım, güzel bişiler düşünmeye başladım, acil durumlar için hazırda bulundurduğum birkaç sahne var beynimde, onları çağırdım (çok ruhani gibi oldu ama valla yaptığım buydu, bunu da yıllar önce gittiğim bir seminerde öğrenmiştim, sıkıntılı durumlarda bir kaçış olarak bu tekniği öğretmişti semineri sunan), derken başka şeyler düşünmeye başladım, krampı unuttum ve o da girmedi, iyi mi?

Uykuya Geçemediğimde

Benim uykum hiç kaçmaz, yani gece yarısı zombi gibi uyanıp kalkıp oturduğum vaki değildir, hiç gelmedi başıma ama bazen, nadiren,  ilk yattığımda uykuya geçmekte zorlanırım. O güne ait bir şey takılmıştır kafama, evire çevire onu düşünürken yakalarım kendimi. Bunu fark ettiğim anda kendi kendime “saat gecenin 12si ve yataktasın, şu anda yapabileceğin bir şey var mı? Yok! Sabah düşünürsün” derim ve hemen başka şeyler düşünmeye, hayal kurmaya falan başlar, hızlıca da uykuya dalarım.

Tabi bunlar kendi kendime yaptığım minik telkinler, her koşulda ve konuda da işe yaramıyor zaten. Örneğin kendi kendime ne kadar “örümcekler ve böcekler benden küçük, üstüne bassam ölür, bana zarar veremezler” diye tekrarlasam, hatta üstüne kitap yazsam gene de bu korkumu yenemiyorum. Yani odanın kapısına koy bi karafatma, ben orada açlıktan ölürüm, çünkü hayvanı, bırak öldürmeyi, üstünden atlayıp mutfağa bile gidemem. Erickson yaşasaymış iyiymiş.

Kitaptaki hikayeler de tabi ki benim kramp veya uyku olayım kadar basit değil, çok daha karmaşık ve zor sorunlardan bahsediyor ama arada ufak tefek, kendi kendinize uygulayabileceğiniz ipuçları da veriyor. Yani kitap, almak isteyene çok şey anlatıyor. Kesinlikle tavsiye ederim.

Kitaptaki ufak bir bölümü buraya aktarmak istiyorum. Ben buna çok güldüm. Hikaye gerçek mi kurgu mu bilmem ama verdiği mesaj günlük yaşantımızda çok işe yarayabilir. 

TARAHUMARA KIZILDERİLİLERİ

Güneybatı Chihuahua’da yaşayan kızılderililer, kalp atışları ve nabızları değişmeden yüz mil koşabilirler. Girişimcinin birisi bu yüz-mil koşucularından birkaç tanesini Olimpiyatlara (1928, Amsterdam) götürmüştür.

Ne var ki koşuculardan hiç birisi dereceye girememiştir. Çünkü onlar yirmi beş milin "ısınmaları" için olduğunu düşünmüşlerdir! Kimse onlara öncesinde koşunun zaten yirmi beş mil olduğunu açıklamamıştır

Bir göreve başlarken, yazmaya başladığımda, evde bir şeyler tamir etmeye başlayıp da karşılaştığım zorluklardan dolayı hayal kırıklığına uğradığımda veya yavaş yavaş koşarken nefessiz kaldığımda bu hikayeyi düşünürüm.

Aklıma gelen ilk düşünce şu olur: “Daha yeni ısınıyorum!”. Bu düşünceden sonra genellikle kendimde daha fazla enerji bulurum.


Meraklısına not: 06 Ekim 2016 tarihli “Floransa Uffizi Galerisi - Leonardo Da Vinci Odası” başlıklı yazıma, gelen bir yorum üzerine, çok daha derin bilgiler içeren bir ek yapıldı.  

1 yorum:

  1. Yazını ve konusunu çok sevdim. Kitap da bayağı ilgimi çekti.Eline sağlık

    YanıtlaSil