13 Ekim 2016 Perşembe

Feminizm ve Kadın Seri Katiller

Görümcem yeni okumaya başladığım kitabı görünce “Banu’cuğum, sorunları çözmenin başka yolları da var, bak iyi düşün” diyerek beni çok güldürdü. Haksız sayılmaz gerçi, kitabın başlığı endişe verici gerçekten; Kadın Seri Katiller. Bazen sırf ismi ilginç geldiği için alırım kitapları.
“Gen Bencildir” de bunlardan biri, ya da “Hedy Lamarr ve Çığır Açan Buluşu” (bunu aldım ama henüz okumadım) ya da “Aşk Yüzyılı Bitti” (Nee!!??) gibi. Aşk romanlarını (özellikle tarihi aşk romanlarını) çok seven biri olarak, bu kitap beni perişan etti doğal olarak.

Konuyu dağıtmayalım, konumuz Kadın Seri Katiller kitabı. (Yazarı Peter Vronsky, Kanadalı gazeteci ve belgesel yapımcısı, kriminoloji ve askeri tarih uzmanı)

Daha gençken, bir kadının katil olması nedense benim için zor kabul edilebilir bir olgu idi (şimdi yavaş yavaş aklıma yatıyor, dermişim). Filmlerde dizilerde katil kadın çıktığı zaman niyeyse çok bozulurdum. Hani erkeklerin genetik kodlamalarında zaten bir sorun var, onlar katil de olabilir, sapık da olabilir, herşey olabilir, onu biliyoruz da, kadının soğukkanlılıkla birini öldürmesi? Anneydi o, hani şefkatli, sevecen, fedakar olan? N’oldu? Bunlar tabi ki büyürken içimize işleyen rol tanımlamalarının bir sonucu. Biraz daha yaşını başını alınca, erkekle kadının bu kadar net kategorize edilemeyeceğini anlıyorsunuz. Gayet sevecen erkekler olduğu gibi gayet lanet kadınlar da olduğunu görüyorsunuz. Bunların başında da Dalton Ana gelir ki, beni hep çok güldürmüştür.

Kadın seri katiller olduğunu biliyordum, 1-2 belki, hadi bilemedin 3-4 tane olsun, ama üstüne kitap yazılacak kadar olduğunu bilmiyordum. Kitabın önsözünü okuyup da, seri katillerin 1/6’sının kadın olduğunu öğrenince ne kadar şaşırdığımı hesap edin.

Kitabın girişinde pek çok bilgi veriyor fakat en çok ilgimi çeken feministlerin kadın katillere yaklaşımı oldu. (Kitaptan alıntıları italik yaptım)

İlk dalga feministler (“liberal feministler” deniyordu) kadın suçluluğunun artışını kadınların erkeklerle eşit derecede özgür olmaları nosyonuyla açıklamışlardı. Nitekim Freda Adler’in Sisters in Crime’ı, 1975’te artan kadın şiddetini güç kazanma bağlamında yorumladı. İşte, sporda, sanat ve bilimde olduğu gibi suç hiyerarşisi içinde de kadın, bir suçlu olarak ikinci planda kalmakla yetinmiyordu.

Ben bu konuları çok incelemiş falan değilim ancak buraya kadar aldığım mesaj şu; Erkekler özgür olduğu için suç işliyorlardı, kadınlar da özgürleştikçe suç işlemeye başladılar mecbur.

Adler’e göre kadınlar, erkeklerle onların şartları içinde ve onların kurallarıyla rekabet etmeye hazırdılar. Bu da ister istemez erkekler kadar saldırgan ve şiddetli olmak anlamına geliyordu. Bu yaklaşım “özgürleşme hipotezi” olarak biliniyordu.

Buradan çıkan sonuç, erkeklerin şartlarının kabulünü içerdiği için daha da vahim bence. Yani bütün mücadele oyuna girmek için miymiş? “Bizi de oyuna alın, biz de sizin kadar vahşi olabiliriz, bak nasıl da cinayet işledim…” gibi.

Tabi bunlar yazarın yorumunu da içeriyor olabilir, ne de olsa o da bi erkek, çarpıtmıştır allah bilir. Ama ben okuduğum kadarıyla anladıklarımı aktarmaya devam edeceğim.

“…Adler feminist hareketin daha genç bazı radikalleri tarafından tehlikeli bulundu, çünkü … kadın şiddetindeki artıştan ötürü  feminizmi suçlayan muhafazakarlar tarafından hevesle alıntılanıyordu.”

“Feministlerin daha radikal ikinci dalgası kadınların ve kadınlığın biyokültürel bir erkek “fallosentrik heteropatriyarka” ya da “fallokratik devlet” komplosuyla daha karanlık biçimde derinlemesine kurban edilişi üzerine odaklanarak oluştu. … Bu ikinci dalga feminizm basit kadın erkek eşitliği nosyonunu reddederek, birinci dalga feminizme özgü bir önermeyle bütün kadınların erkekler gibi olmak istediklerini iddia etti. Onlarla aynı fırsatlara sahip olmak, onların dünyasına girmek, onların kurallarıyla oynamak ve onlarla eşit olmak istiyorlardı.”

Allahallaaaah, bunlar sadece bana mı saçma geliyor? Dur daha devamı var…

“Kadın şiddetinin kadınlara yönelik sistematik erkek saldırganlığına karşı özsavunma olduğu öne sürüldü. Bu özgürleştirici bir saldırganlıktı… 1975’den önce kadın saldırganlığını ve şiddetini araştırma alanındaki boşluk kısa süre içinde yeni feminist çözümlemeyle kapatıldı. Bu çözümleme, temelde bütün kadınların “heteropatriyarka” ve onun “fallosentrik” kurumlarına sistematik biçimde kurban edildiklerini öne sürüyordu. Ortak amaç kadınların işledikleri suçları “fallokrasi”nin elinde uzun süreli bir tecavüz ve hırpalanma komplosuna karşı bir özsavunma, bir isyan eylemi olarak açıklamaktı… “Hırpalanan Kadın Sendromu” içtihat haline gelerek, kadın eşlerin kurbanları derin uykuda olsa bile kocalarını “özsavunma” amacıyla nasıl öldürebildiklerini açıkladı. Amerikan Sivil Haklar Birliği, “Ölüm hücresine konulan çoğu kadın tacizkar bir kocayı öldürmüştür,” diyerek devreye girdi…”

İki yanlış bir doğru edermiş gibi…

Ben mümkünse feminizmin eşit haklar kanadında kalayım.

Cinayet cinayettir, geçerli sebep olması bunun suç özelliğini ortadan kaldırmaz ama hafifletici sebep diye de bir şey var, bunun değerlendirmesini de hakimlere bırakalım.

Birkaç ilginç bilgi daha vereyim:

Kadın seri katiller erkek seri katillerden daha geç yakalanıyorlar (yakalanana kadarki cinayet işleme süresi erkeklerde ortalama 4 yıl kadınlarda 8 yıl) çünkü derli toplu iş yapıyorlar, kaçırma, alıkoyma, işkence, tecavüz, cesedi parçalama gibi yollara başvurmuyorlar, sadece öldürüyorlar ve bunu genellikle sosyal alanlarında yapıyorlar, ev veya iş yeri gibi. Pek çoğunun cinayet olduğu bile çok sonra anlaşılıyor. 

Erkek seri katiller, özellikle cinsel yönelimli olanlar 40 yaş civarında durulmaya başlıyor, ancak kadın seri katillerden 50-60, hatta 70 yaş civarında olanlar var.

Kadın seri katillerin %68’i tek başına faaliyet gösterirken, diğer %32’si genellikle başat bir erkek partnerle birlikte öldürüyor.

Bu kitabı okumak oldukça farklı bir deneyim olacak gibi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder