Birkaç
ay önce, havaların ısınmaya başladığı günlerde, yakın bir arkadaşımla Tunalı’da
yürürken kaldırımda sere serpe yatmış, gayet rahat ve huzurlu şekilde uyuyan bir
köpek gördük. Arkadaşımın “ay yazık” demesi üzerine ben “niye yazık dedin,
gayet mutlu uyuyor işte” dedim.
Arkadaşım “doğru söylüyorsun” dedikten sonra, “bir arkadaşım bunun kibir olduğunu söylüyor” dedi. Ben önce bağlantıyı kuramadım, “nasıl yani?” dedim, arkadaşım da bana görev verdi “bunu düşün” diye, o günden beri bunun üzerinde düşünüyorum, görev adamıyım ya.
Arkadaşım “doğru söylüyorsun” dedikten sonra, “bir arkadaşım bunun kibir olduğunu söylüyor” dedi. Ben önce bağlantıyı kuramadım, “nasıl yani?” dedim, arkadaşım da bana görev verdi “bunu düşün” diye, o günden beri bunun üzerinde düşünüyorum, görev adamıyım ya.
Bu
olaydan bir süre sonra aynı arkadaşım bana “ben alçakgönüllü müyüm?” diye bi
soru sordu. Bu, daha önce üstünde düşündüğüm bir konu olmadığından hemen cevap
veremedim. Bunun olumlu mu olumsuz mu olduğundan bile emin değildim. Bu sefer
kendi kendime görev verdim “ben bunu bir düşüneyim” diye.
Şimdi
ikisini birleştirip ortaya karışık bir şey yapayım dedim, çünkü zaten bu 2
kavram birbiriyle ilintili kavramlar. Daha doğrusu birbirinin karşıtı kavramlar
(sayılır).
Önce
“kibir”i ele alalım. Kibir, genel-geçer bir algı olarak “kendini bi bok
zannetme, burnu havada olma” şeklinde özetlenebilir ancak bunun “kötülük”
içeren “başkalarını aşağılamakla” karıştırılmaması gerek. Yani bu davranış
biçiminin doğal sonucu başkalarını aşağılamak gibi görünse de tam öyle değil,
çünkü kibir, senin gibi olmayanlara acımayı da içeriyor. Fakir ama onurlu
gençlerin sadaka kabul etmemesi bu yüzden, olaydaki kibre sinir oluyorlar, “sen
kimsin de bana acıyorsun” olayı. Çünkü acıma işini de, kibirli olan, kendi
değer yargılarıyla yapıyor, yani kendi sahip olduklarına sahip olmayanlar
kafadan acınması gereken kişilerdir, gibi. Bacağı yoksa acımalıyız çünkü o
bizim gibi yürüyemez, halbuki adam belki bizden daha çok geziyor, veya bu
durumu bir şekilde avantaja çevirmiş olabilir. Az parası varsa açtır, çocukları
özel okulda okumuyorsa zavallıdır falan gibi. Oysa özel okulda okumayan ama çok
başarılı çocuklar olduğu gibi (bkz. TEOG birincisi Mahir çocuk) özel okullarda
sınıfta kalan da var. Yani neyi neye göre değerlendirdiğin önemli oluyor. Kendi
yol haritanın en doğrusu olduğu ve herkes tarafından benimsenmesi gerektiği
düşüncesi; işte bu kibir bence.
Köpek
olayına gelirsek, burada da arkadaşımın o köpeğe acımasının kökeninde, o
köpeğin kendi gibi bir annesi olmadığı için ne kadar şanssız olduğu, onun köpeği
kadar sevilmediği (arkadaşımın bir köpeği var) ve bu sevgiye aç olması
gerektiği, vb. düşünceler var ise, evet, bu kibirdir. Aç mıdır, susuz mudur
acaba diye düşünüp üzülmek ise başka bir konu. Ya da hayvan tüyleri yolunmuş,
bakışları korkak, kulakları düşmüş, kuyruğunu bacaklarının arasına kıstırmış
titriyor olsaydı, elbette acıyacaktık, üzülecektik, belki alıp veterinere
götürecektik. Ama öyle değildi. Güzel güzel uyuyordu. Konu bu!
Alçakgönüllülük
ise “kibir”in karşıt anlamlısı gibi görünmekle beraber, bence “kibir”in bir
çeşidi. Kelime bile içinde aslında “yüksek” olduğunu barındırıyor, yani sen
zaten zengin-ünlü-akıllı-mevki makam sahibi vb. herşeye sahipsin ama
başkalarının gözüne sokma, gibi. Bizde genellikle çok pahalı şeyler
alabilecekken almayan kişiler için kullanılır bu söz nedense. Yani örneğin,
70bin liralık arabaya binen çok zengin bir adam için “ay o çok alçakgönüllü,
70bin liralık arabaya biniyor” denir, oysa bu, adamın alçakgönüllü olduğunu
değil, rasyonel biri olduğunu gösterir.
Sahip
olduklarınla övünmemeye veya karşındaki senin sahip olduklarına sahip değil
diye onu aşağılamamaya alçakgönüllülük diyebiliriz belki. Bence başkalarını
sahip olmadıkları şeyler yüzünden aşağılamaya vardırmadığın sürece,
elindekilerle övünmenin bi sakıncası yok, yani bir dost meclisinde 700 liraya
aldığın ayakkabıdan bahsedebilirsin ancak tutup apartman görevlisine “biz de bu
sene Alpler’e kayağa gittik, şaaneydi, keşke siz de görebilseniz” dersen olmaz
tabi. Yani zaman ve mekana uygun davranmak gerek. Gereksiz alçakgönüllülüğün
ise, son derece anlamsız olduğunu düşünürüm. Yani şimdi alçakgönüllü olacam
diye Ege için “eh işte, fena değil, ittir kaktır okuyor” demem anlamlı olur mu?
Başkalarıyla
ilişkilerde de önemli olan, insanları mensup oldukları sınıf veya ekonomik
düzeye göre değil nasıl birer insan olduklarına göre değerlendirebilmek ve
durumun gerektirdiği davranışı sergileyebilmektir. Örneğin, nasıl ki Müdürüne
veya iş arkadaşlarına selam veriyorsun, tuvaleti temizleyene de vereceksin,
nasıl ki bir toplantı salonuna girdiğinde “merhaba” diyorsun, kasaba-bakkala
girdiğinde de diyeceksin. Yani onlar senden daha kötü durumda olduğu için ve
sen de onlara iyi davranarak şeref bahşediyor gibi değil, insan olmak bunu
gerektirdiği için. Ama herkesle fikri tartışmalara girmek gerekmiyor elbette.
Yerinde ve dozunda alçakgönüllü olabilmek bir zeka belirtisidir, her şart ve
koşulda alçakgönüllü olmaya çalışmak ise salaklıktır. Ayrıca alçakgönüllü olmak,
herkesin her dediğine veya her fikrine önem vermek demek de değildir, ama
gerekirse onları dinlemek olabilir. Yani alçakgönüllü olacam diye aptal
insanlarla derin sohbetlere veya tartışmalara girmek gerekmiyor, zaten biliyorsunuz, dinleyenlerin aranızdaki
farkı anlayamama tehlikesi de var.
Bunlar, yani kibir ya da
alçakgönüllülük, göz renginiz veya çene yapınız gibi paketin içinde yer
almıyor, yani sizle birlikte gelmiyor. Bunlar, değer yargıları gibi öğrenilen
davranışlar. Örneğin, bizim evde insanların sosyal veya medeni durumlarıyla
ilgili, özellikle olumsuz anlamlar taşıyabilecek sıfatlar pek kullanılmazdı.
Dul, fakir, işsiz... gibi. Hiç duymazdık böyle şeyler. Bunların kişilik
özelliği olmadığı, insanların bunlardan bağımsız değerlendirilmesi gerektiği
öğretildi bize. Bir de şimdi gelinen noktaya bakın! Ortalık alçakgönüllü görünmeye çalışan kibirli insanların oluşturduğu bir jenerasyonun üyeleriyle dolu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder