Geçenlerde
Odatv’de “Bilim dünyası "beyinsiz" insanın şaşkınlığını yaşıyor” diye
bir haber çıktı. (Haberin tamamını okumak isterseniz http://odatv.com/bilim-dunyasi-beyinsiz-insanin-saskinligini-yasiyor-1110161200.html)
İlgiyle
okudum, haberde Fransa’da yaşayan bir adamın “bebekken yaşadığı bir rahatsızlık
sonucu ilerleyen yıllarda beyninin %90'ını” kaybettiği belirtiliyor. Gerçi tam
anlayamadım, beyin
cerrahi yolla alınmamış herhalde ancak o zaman aktı mı, buharlaştı mı, ne oldu belli değil. Bu kısmı çok önemli değil, yani aslında bence önemli, çok merak ettim nasıl olduğunu ama asıl önemli olan, adam bu şekilde yaşıyor, çalışıyor, genel kabul görmüş ölçümlere göre IQ’su normalin biraz altı ama, zihinsel engelli falan da değil.
cerrahi yolla alınmamış herhalde ancak o zaman aktı mı, buharlaştı mı, ne oldu belli değil. Bu kısmı çok önemli değil, yani aslında bence önemli, çok merak ettim nasıl olduğunu ama asıl önemli olan, adam bu şekilde yaşıyor, çalışıyor, genel kabul görmüş ölçümlere göre IQ’su normalin biraz altı ama, zihinsel engelli falan da değil.
E
n’oldu şimdi? Bildiğimiz herşey yalan mı? Beynin her işlev için farklı
merkezleri olduğu falan???
Sonra
aklıma geldi, ABD kaynaklı bir TV dizisi var, Grey’s Anatomy, medikal bir dizi,
hastanede geçiyor, daha çok insan ilişkilerine yoğunlaşmakla beraber bunu
hastanedeki vakalar üzerinden yapıyor. Ben severim bu diziyi. Bunun ilk
sezonlarından birinde (13.sezonu oynuyor bu sene), küçük bir kız vakası vardı,
bölümü bulup tekrar seyrettim, kız 2 yaşında, sol bacağında artan seğirmeler
var, MR çekiliyor ve beynin sağ yarısının iltihapla kaplandığını ve yayılmaya
devam ederse kızı öldüreceğini, bunu engellemek için beynin yarısını almaları
gerektiğini, kalan yarının bütün işlevleri üstleneceğini ve boşalan yerin de
bilmemne sıvısıyla dolacağını, kız çok küçük olduğu için muhtemelen sonraki
hayatında hiçbir sorunla karşılaşmayacağını söylüyorlar. Operasyon
gerçekleşiyor ve birkaç hafta sonra da kız gayet normal bir şekilde hastaneden
ayrılıyor. Bunu seyrettiğimde mantığım, kızın çok küçük olmasına sarılarak,
boşlukları hemen doldurmuştu. Biraz da kurgu yanı vardır zaten deyip,
geçtiydim.
Hani
beynin sağ tarafı vücudun sol tarafına, sol tarafı da vücudun sağ tarafına
kumanda ediyordu??? Bu durumda beynin bi tarafı alınınca, kumanda ettiği vucut
tarafının felç olması gerekmiyor mu? Beyin kanamalarında veya pıhtı atması olaylarında
olan bu değil mi? Kanamanın nerede olduğuyla ilintili olarak, örneğin, konuşma
yetisi ya da yürüme yeteneği zarar görmüyor mu? Öyle ise beyninin yarısı alınan
bir canlı hiç sorunsuz nasıl yaşıyor? Yani beyin, hasarla uğraşırken hasar
veriyor ama hasarlı bölge yok olursa, yani tamamen alınırsa oralı olmuyor mu? O
zaman felç geçiren herkesin beyninin bi tarafının, yani kanama geçiren
tarafının alınması güzel bir çözüm olmaz mı? Konunun uzmanları, yani doktorlar
şimdi “hah bi akıllı sendin di mi?” diyorlardır ama ortalama her insanın aklına
bunlar gelir diye düşünüyorum.
Şimdi
bu haberi okuyunca, acaba böyle başka vakalar var mı diye ufak bi araştırma
yaptım. Varmış.
2014
yılına ait bir haberde bir kadının beyninin arka kısmındaki beyincik bölgesinin
olmadığından bahsediliyor. Yani bu kısım hasar görmüş değil, hiç yokmuş. Bazı
tahminlere göre toplam beyin hücrelerimizin yarısı beyincikte bulunuyor. Ama 24
yaşındaki bu kadın normal bir yaşam sürüyor. Eğitimini tamamlamış, evlenmiş ve
normal bir hamileliğin ardından bir çocuk sahibi olmuş.
Beyincik,
omurgalılar için çok temel olan, kol ve bacaklardaki kasların
birbiriyle uyumlu çalışmasının sağlanması, kol ve bacaklardaki kasların çalışma
derecesinin düzenlenmesi, aktif hareketin dengeli olması gibi işlevleri
düzenliyor. Yani beyincik, tek tek özel
hareketleri kontrol eden bölge olarak biliniyor.
Bu
durumda bu kadının hareket edememesi gerekirdi ama, tereddütlü ve hantal da
olsa, hareket edebiliyordu. Çünkü beynin, vücut hareketlerimizle yakından
ilgili başka bölümleri de var (“bazal gangliya” ve “motor korteksi”). Demek bi
taraf hasarlandığında diğer taraf devreye girebiliyor.
Bir
başka vaka ise bir süredir beyninde şerit paraziti ile yaşayan bir adamla
ilgili. Dört yıldan beri beyne yuvalanmış olan bu şerit, epilepsi krizlerine
benzer nöbetlere, hafıza sorunlarına ve ilginç koku duyumlarına yol açmış.
Aslında beyinde canlı bir varlığa rağmen az denebilecek yan etkiler bunlar.
Beyin
gelişmiş bir teknolojik aygıt olsaydı, içinde dolanan bi parazitle işlemeye
devam etmesi mümkün olmazdı. Beynin dayanıklılığının nedenlerinden biri onun
‘esnek’ olması, bulunduğu ortama uyum sağlama özelliği. Bir başka neden ise
Nobel Ödülü sahibi nörolog Gerald Edelman tarafından geliştirilen bir konseptle
ilgili olabilir. Edelman biyolojik fonksiyonların çok sayıda yapı tarafından
desteklendiğini fark etmişti; örneğin bir tek fiziksel özelliğin birçok genin
kodlaması sonucu olması gibi. Böylece bir tek genin ortadan kalkması o özelliğin
ortaya çıkmasını engellemiyor. Bir tek fonksiyonun çok sayıda farklı yapılar
tarafından desteklenmesi özelliğini Edelman ‘degeneracy-soysuzlaşma’ olarak
adlandırmış.
Bir
diğer vaka: Hollanda da yaşayan 3 yaşındaki Türk bir kız çocuğu beyin
iltihabından dolayı kontrol altına alınamayacak kadar ağır sara (epilepsi)
nöbetleri geçiriyor. Doktorlar çaresiz kalıyor ve nöbetleri durdurmak için
beynin iltihaplı sol bölümünü (sol lobu) ameliyatla alıyorlar. Çocuk
nöbetlerden kurtuluyor ama yarım beyinli kalıyor. Doktorlar merak içinde
gelişmeyi takip ediyorlar. Normalde beklenen vücudun sağ tarafının gelişmemesi
ve felçli kalmasıdır. Çünkü beynin sol tarafı bedenin sağ tarafının hareket ve
duyularından sorumludur. 4 yıl sonra 2002 yılında doktorları şaşırtan ve bilim
dünyasında yankı bulan bir gelişme oluyor. 7 yaşına girmiş kız çocuğu her şeyi
ile tamamen normal gelişmiş ve hem Türkçe’yi hem de Hollandaca’yı gayet güzel
konuşuyor.
Bir
başka gazete haberine göre, Cameron Mott isimli bir çocukta 3 yaşındayken Rasmussen
sendromu olarak bilinen bir rahatsızlık teşhis edilmiş. Hastalığın beyninin sağ
tarafına yayılmasıyla minik kız ciddi krizler geçirmeye başlamış. Doktorlar,
kızın beyninin sağ kısmının alınmasının, bu nöbet ve krizleri engellemenin tek
yolu olduğunu söylemişler ve beyninin yarısını ciddi bir operasyonla almışlar,
ancak doktorlar, kızın vücudunun sol kısmını kontrol eden beyninin sağ tarafını
çıkarmanın, onu felç edeceğini düşünüyorlarmış ama öyle olmamış, ameliyattan
sadece dört hafta sonra küçük kız hastaneden çıkmayı başarmış ve fizyoterapi
sürecini de tamamlayan küçük kız, artık bir balerin olmayı hayal ediyormuş.
Demek
ki, beyinle ilgili basit bir şema yok. Beyni, görme bölgesi, açlık ya da sevgi
hissi bölgesi gibi bölümlere ayırarak basitleştirmek cazip gelse de aslında
beyinde böyle bölgeler yok. Çünkü o, her işlevden sadece bir bölgenin sorumlu
olduğu teknolojik bir aygıt değil.
Öte
yandan, beynin bazı bölgelerinin çalışmamasının oldukça sıradışı sonuçlar
doğurabileceği de görülmüş. Örneğin bir kadının, beynin duygu kontrolü sağlayan
kısmı olan amigdalası alındığında, bu kadın beklenmedik bir şekilde aşırı
derecede empati yeteneği geliştirmişti. Gizemli, değil mi?
Neticede
akla gelen soru şu: Beynimizin ne kadarına gerçekten ihtiyaç duyuyoruz? Yukarıdaki
vakalar, beynin nasıl çalıştığını tam olarak anlamadığımız gibi onu yanlış ele
alıyor olabileceğimizi de gösteriyor. Beynimizin tek tek fonksiyonları belli
bölgelerde toplanmış olmayıp birçok bölgenin desteğiyle gerçekleşiyor; bunların
işleyişi benzer olsa da küçük farklılıklar da içeriyor. Bir tarafta meydana
gelen aksaklık diğer bölgeler tarafından telafi ediliyor.
Beynin
işleyişini inceleyen bilişsel nörologların beyindeki farklı bölgelerin ne iş
yaptığını tespit etmeye çalışırken karşılaştığı sorun da bu olmalı; Bir bölgeye
sadece bir fonksiyonu atfederseniz yanlış sonuçlara varırsınız.
Beyinle
ilgili ilginç 1-2 bilgi vereyim;
Beynimizin
%40'lık bir kısmını oluşturan gri madde, yalnızca ölümden sonra gri rengini
alıyor. Yaşayan insan beyninin rengi daha pembemsi ve bilim adamlarına göre
canlı beyin tofu peyniri kıvamında.
İnsan
beyninde ağrı alıcısı bulunmaz ve bu yüzden beyin ameliyatları hasta
kendindeyken yapılabilmektedir.
Bütün
bunlardan ayrı olarak, bir de nadir görülen ciddi bir doğum anomalisi olan anensefali
denen bir hastalık var ki, bu biraz farklı bir durum. “Beyin, kafatası ve
kafatası derisinin büyük bir kısmının yokluğu” olarak tanımlanıyor. Bu
anomaliye sahip bebeklerin %65’i doğumdan önce ölüyorlar, doğabilenler ise birkaç
gün içinde ölüyorlarmış. Bunun bir istisnası olarak, ABD'nin Colorado
eyaletinin Pueblo kentinde beyni olmadan dünyaya gelen bir bebek 3 yıl yaşamayı
başarmış, hatta bu bebeğe 'mucize bebek'' deniyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder