Bu seferki
ödevimiz: “Deneme: Yazınsal Yaratıcılık dersi nasıl olur, 6 haftadır aldığımız
seminerleri değerlendiren bir deneme. Rahat ve öznel bir dille. Hafif tartışan
ama bir tez önerip onu ispatlamaya çalışmayan”
SOĞANLI PİLAV OLUR MU?
Pazar
günlerini sevmem. Yani ne yaparsanız yapın, hep kafanızın bir köşesinde ertesi
günün Pazartesi olduğu vardır. En keyifli anlarda bile birden, uykunuzun en
tatlı yerinde
çocuğunuzun sesiyle yataktan fırlamak gibi, beyin denen garip yaratık “eğlen bakalım, yarın pazartesi n’aaber?” şeklinde bunu karşınıza çıkarıverir. Üstün Dökmen’in bir seminerine katılmıştım. Bize bir alıştırma yaptırmıştı. “Şimdi” dedi, “bir dakika süreyle hepiniz gözlerinizi kapatın, oturduğunuz yerde iyice gevşeyin”. Yaptık. Sonra bize “Gözleriniz kapalıyken ne düşündünüz?” diye sordu. Kimi sabah çocuğunun beslenme çantasına bilmem ne koymayı unuttuğunu, kimi seyahat acentesini arayıp rezervasyon yaptırması gerektiğini, kimi akşam yapacağı yemeği, kimi hafta sonu gelecek misafiri düşünmüş. O zaman dedi ki “Bakın, kimse oturduğu koltuğun rahat olup olmadığını ya da o anda üşüyüp üşümediğini ya da neden burada gözlerini kapadığını falan düşünmemiş, genellikle herkes bunu yapıyor, yani kimse içinde bulunduğu anı yaşamıyor, ya geçmişi ya geleceği düşünür, bu arada da tabi birçok şeyi ıskalar”. Ben bundan çok etkilenmiştim. Yine de Pazar günlerini sevmem ama en azından artık bir şey yapıyorsam -ötesini berisini, gelmişini geçmişini düşünmeden- keyfini çıkarmaya çalışıyorum. Daha doğrusu keyfini çıkararak bir şeyler yapmaya çalışıyorum.
çocuğunuzun sesiyle yataktan fırlamak gibi, beyin denen garip yaratık “eğlen bakalım, yarın pazartesi n’aaber?” şeklinde bunu karşınıza çıkarıverir. Üstün Dökmen’in bir seminerine katılmıştım. Bize bir alıştırma yaptırmıştı. “Şimdi” dedi, “bir dakika süreyle hepiniz gözlerinizi kapatın, oturduğunuz yerde iyice gevşeyin”. Yaptık. Sonra bize “Gözleriniz kapalıyken ne düşündünüz?” diye sordu. Kimi sabah çocuğunun beslenme çantasına bilmem ne koymayı unuttuğunu, kimi seyahat acentesini arayıp rezervasyon yaptırması gerektiğini, kimi akşam yapacağı yemeği, kimi hafta sonu gelecek misafiri düşünmüş. O zaman dedi ki “Bakın, kimse oturduğu koltuğun rahat olup olmadığını ya da o anda üşüyüp üşümediğini ya da neden burada gözlerini kapadığını falan düşünmemiş, genellikle herkes bunu yapıyor, yani kimse içinde bulunduğu anı yaşamıyor, ya geçmişi ya geleceği düşünür, bu arada da tabi birçok şeyi ıskalar”. Ben bundan çok etkilenmiştim. Yine de Pazar günlerini sevmem ama en azından artık bir şey yapıyorsam -ötesini berisini, gelmişini geçmişini düşünmeden- keyfini çıkarmaya çalışıyorum. Daha doğrusu keyfini çıkararak bir şeyler yapmaya çalışıyorum.
Yaratıcı Yazarlık
Kursu, ya da -neden bilmiyorum ama hocamızın tercih ettiği şekliyle- Yazınsal Yaratıcılık
Semineri de, içimdeki cevheri açığa çıkarma şansı yaratmasının yanı sıra, bu
çerçevede üstüne atladığım bir kurstu, hadi hocamızı kırmayalım; ‘Seminer’di.
Gerçi bu ısrarında haksız sayılmaz. Yani bir kursu, neyin kursuna alıyorsanız,
onu öğrenerek bitirirsiniz. Piyano kursunu bitirdiğinizde artık piyano
çalabilirsiniz. Fakat bizim konumuzda, bu bir kurs ise, 6 haftada yazar olmamız
gerekir ki, bunun pek de mümkün olmadığı ortada. Biz ancak nakıstan sıfır
düzeyine çıkabildik. Onun için ‘seminer’ demek gerçekten daha uygun. Belki buradan
birer yazar olarak çıkamayacağız ama insanın kendine bir şeyler kattığını
hissetmesi bile başlı başına bir kazanç. Diyeceksiniz ki “Şart midur?” Yoo, hiç
değil, yani eğer “işte iyi kötü yaşıyoruz, az çok mürekkep de yaladık, daha fazla
bilsem ne bilmesem ne” diyorsanız hiç şart değil. Ama bir kere olsun bunun
tadına varmanızı dilerim.
Yazar
olmanın hiç de kolay olmadığını öğrendim. Yani iki kelimeyi bir araya
getirebiliyorum diye kendini yazar zannetmemek gerekiyormuş. Hocamız diyor ki “200
yıllık edebiyat tarihini bilmek, okumak gerek”. Oldu! Yani olur tabi, ben
sadece boş vakitlerimin hangi birinde okuyacağıma karar veremediğimden
okuyamıyorum. Daha derslerde “okumanız gerek” diye verdiği 3-5 kitabı okuyamadım,
nerde kaldı 200 yıllık edebiyat tarihi. Şunu 20 yıl yapsak!? Ya da, hayır
sahibi bir yazar mutlaka inceleyip bunun üstüne bir kitap yazmıştır, onu okusak!?
Şimdi bana “işin kolayına kaçıyorsun” diyeceksiniz ama bu daha ziyade olurunu
bulmaya çalışmak. Demem o ki, işin bu kısmı biraz cesaret kırıcı.
' olmam demez '..bayıldım ! duymamışım bunu Oya teyzeden.
YanıtlaSil