Michio Kaku’nun “Geleceğin Fiziği” kitabını okudum (cümle içinde
kullanmış gibi oldum). Kitap çok ilginç ve şahane (!) şeylerden bahsediyor. İnsanların
hayal gücüne, bu hayal gücünü gerçekleştirme azimlerine, teknolojinin geldiği
ve gittiği noktalara hayran kalıyorsunuz cidden -bunun arkasından elbette bir
“ama” var- ama, birazdan bahsedeceğim
olağanüstü geleceği oluşturan icatları, yenilikleri gözler önüne sererken bütün bunların etik, sosyolojik, psikolojik, toplumsal vb. yönlerine ya hiç değinilmemiş ya da yüzeysel geçilmiş kitapta. Bunlar nasıl regüle edilir, bu teknolojinin sahibi kim, vb soruların cevabı yok.
olağanüstü geleceği oluşturan icatları, yenilikleri gözler önüne sererken bütün bunların etik, sosyolojik, psikolojik, toplumsal vb. yönlerine ya hiç değinilmemiş ya da yüzeysel geçilmiş kitapta. Bunlar nasıl regüle edilir, bu teknolojinin sahibi kim, vb soruların cevabı yok.
Bu kitabı oğlumla tartışırken bana “bilim adamları etikle ilgilenmek
zorunda değillerdir, araştırır ve bulurlar, bunun nasıl kullanılması gerektiğini
formüle etmezler” dedi. “Doğru” dedim, “haklısın, kitabın sonlarına doğru bir
yerde kendisi de diyor zaten ‘Bilimin kendisi etik olarak nötrdür’ diye, ama
eğer bir kitap yazıyorsan, üstelik herkes anlasın diye bir popüler bilim kitabı
yazıyorsan, o zaman bir sorumluluğun vardır çünkü bir şey söylüyorsundur, bir
mesajın vardır. Bu adamın mesajı ne?”
Ben açıkçası mesajı tam anlayamadım. Bir projeksiyon yapmış, önümüzdeki
10, 50 ve 80 yıl içinde (yani 2100 yılına kadar) “bilgisayar, yapay zeka, tıp,
nanoteknoloji, enerji, uzayda yolculuk, sermaye ve insanlık”ın nereye doğru
gittiği ile ilgili öngörülerini, bir fizikçi olarak ve tamamen bilim temeline
oturtarak, bizimle paylaşmış.
Bana göre Kaku’nun mesajı “direnme, kabullen!” Benim biraz direnesim var.
Her şey değil ama bazı şeyler benim kabulümü aşıyor.
Kitaptaki bazı öngörüler şöyle:
İnternet gözlüğü ve çipli lensler (her türlü bilgiye her yerde
ulaşabileceğiz), sürücüsüz araba (trafik kazası diye bir şey kalmayacak), duvar
ekranları (bugün internetten yaptığınız herşeyi duvarınızla konuşarak
yapabileceksiniz), sanal/artırılmış gerçeklik, sanal doktorlar (duvar
ekranından görüşebileceksiniz), doku mühendisliği sayesinde organlar üretilecek
(insan beden mağazaları olacak), gen terapisi (hastalıklı, bozuk genleri yok
etme, vb), nanoteknoloji (bir hapı yutacağız ve o gidip kanserli hücreleri
bulup yok edecek), DNA çipleri (heryerde olacakları için bizi/sağlığımızı
sürekli gözetim altında tutacaklar), eşyalar hatta insanlar şekil
değiştirebilecek, nesneleri, robotları ve “avatarlarımızı” düşüncelerimizle
hareket ettirebileceğiz, vb. Yani filmlerde “bilim kurgu” diye izlediğimiz
hemen hemen her şey gerçekleşecek.
Kitap özeti çıkarır gibi kitaptaki her konuyu ele almayacağım elbette,
ama bence kritik olan 3-5 konu var. Bunlardan ilki, gen terapisi.
Gen terapisi hasarlı genleri onarmak üzerine çalışan bir teknoloji ancak
burada kalacağının garantisi var mı? Kaku’nun da kabul ettiği gibi, bir sonraki
aşamada genlerin ıslah edilmesi ve geliştirilmesi gündeme gelecek. Devamında da
genetik güçlendirme, daha uzun yaşam süresi ve hatta ölümsüzlük gelecek. Böyle
bir teknoloji servis edildiğinde, kim şansa çocuk doğurmak ister ki? Bunun
sonucu da “tasarlanmış/ısmarlama çocuklar”a varır. İşte bu, beni dehşete
düşürüyor. Çünkü insan denen yaratık öylesine doyumsuz ki, göz renginden ayak
parmaklarının şekline, bacak boyundan saç tipine kadar, tamamen kozmetik
seçimlere indirgenecek bütün olay. Cinsiyet seçimi konusuna hiç girmiyorum. Dikkat
edin; Bu, Hitler’in rüyasıydı: Ari ırk.
Kritik konulardan bir diğerini şöyle gruplayayım (beni tedirgin eden noktaları
aynı çünkü) internet gözlüğü, lensler, duvar ekranları veya çipli duvar
kağıtları. Gözlükler/lensler sayesinde, misal, karşıdan gelen kişiyi tanımamak
gibi bir sorun kalmayacak. Adamın/kadının bütün özgeçmişi gözümüzün önünde
olacak. Bugün klavyeyle yaptığımız her şeyi duvara söyleyeceğiz, o halledecek (“sanki
duvara konuşuyorum” lafı artık bir yergi değil övgü olacak), vb. Her şeye bu
kadar kolay erişebilir olmak, sizin de aynı derecede kolay erişilebilir
olacağınızı göstermiyor mu? Bizi “kötü niyetlerden/kem gözlerden” ne koruyacak?
Sürücüsüz arabayı ele alalım. Kaza yaparsa sorumlusu kim olacak? Kötü niyetli
biri arabanın programına girerse arabayı uçuruma sürükleyip taşıdığı kişiye
suikast yapamaz mı? Bunu ne engelleyecek? Bugün hacklenemeyen hiçbir
sistem/program yok gibi bir şey. Blockchain bile, şu anki bilgilere göre çok
-gerçekten çok, bugün başlansa kırılması 200 yıl sürer deniyor- uzun bir zaman
alır ama hacklenemez diye bir şey yok. Teknoloji ilerlerdikçe bu süre zaten
azalacak, muhtemelen 3-5, bilemedin 10 yıl sonra bu da birkaç haftada
kırılabilir hale gelir herhalde.
Kafama yatmayan bir diğer konu, sanal/artırılmış gerçeklik ve dokunsal
teknoloji. Bunun sayesinde, örneğin, arkadaşlarınızla “yerinizden kalkmadan”
buluşup, öpüşüp sarılabileceksiniz. Dünyanın istediğiniz herhangi bir yerini
“oturduğunuz yerden” gezebileceksiniz. Hatta kendi yarattığınız görsel bir
sevgili ile gayet hissederek sevişebileceksiniz, yani birini tavlamaya da gerek
yok, bebekler de laboratuarlarda ekilip biçileceği için üreme/doğurma diye bir
şey de kalmayacak. Bunun sonu fiziksel varlığınızın hiçbir önemi olmadığı bir
noktaya gidiyor gibi. Yani sadece beyninizin akü gibi kullanılması, bu
kurgudaki “insan” için yeterli olacak. Bu da bana Matrix filmindeki insan
tarlalarını hatırlattı.
Gelinecek noktada, bir hayat ısmarlayıp onun içinde yaşayabilirsiniz,
periden dilek dilemek gibi, ancak herkesin böyle bir lüksü olacak mı? Yoksa
bütün bunlar gene parası olanın ulaşabileceği “yenilikler” mi olacak?
Vücudunuzda “oluşmaya başlayan” kanser hücresini tespit eden nano teknoloji
ürününün bir sahibi/satıcısı olmayacak mı? O zaman bunun “insanlığın yararına”
olduğunu söyleyebilir miyiz?
Bu teknolojilerden herhangi birini satın aldığınızda sizin olmayacak
aslında, siz o sistemin bir parçası, daha da ileri götürürsek teknoloji
sahibinin “kaynak sağlayıcısı” (müriti??) oluyorsunuz. Buradan, gelelim, bence
en önemli soruya: Bu teknolojinin sahibi kim ya da kimler? Bunu kimden satın
alacağız? Bunu üretenler “insanlık” için mi çalışıyor? Bunlara “herkes” mi
ulaşabilecek yoksa sadece parası olanlar mı? Parası olanın ulaşabileceği bir
teknolojinin insani bir yanı yoktur. “Gidişat buna gidiyor” demek bir tespittir.
Bunu, belli bir kesimin ulaşabileceğini bile bile “herkes için şahane olacak”
diye sunmak ise, bana göre, ikiyüzlülüktür. Sanki dünyada her şey, her kültür, her yaşam koşulu tam bir dengede! Karnı aç
olan bir adamın “şu gözlüğü takayım da karşıdan geleni tanıyayım” gibi bir
derdi olabilir mi? Bugünkü dengesizlik, geçmişte de vardı, gelecekte de olacak.
Dünya orta sınıfından ibaret değil.
Ben tabi ki, elimde olan kalıplarla/paradigmalarla düşünüyorum. Belki
Kaku’nun tarif ettiği gelecekte, bütün bunlar düşünce sisteminden bile çıkmış
olacak. Ama şu anda, Kaku’nun anlattığı bazı şeyler, benim içine doğduğum ve
içinde yaşadığım dünya/insan algımla örtüşmüyor. Gelecek daha mı iyi olacak
daha mı kötü, değerlendiremiyorum. Sanki şimdi çok matah bi dünyada mı
yaşıyoruz, diyorum bazen. Ya da, şimdi 100 yıl öncesine göre daha iyi bir
durumda mıyız, onu da bilmiyorum. Dünya-doğal kaynaklar vb açısından daha iyi
bir durumda olmadığımız ortada, ama bir kısım insanların -yaşam formu olarak- daha iyi
koşullarda yaşadığı da doğru, ancak... ancak, bugün hala açlıktan ölenleri ne yapacağız?
Yazıyı, Kaku’nun kitabından bir alıntı ile bitirmek istiyorum:
“Bilimin kendisi etik olarak
nötrdür. Bilim iki ucu keskin bir kılıç gibidir. Kılıcın bir tarafı yoksulluğu,
hastalığı ve cehaleti kesebilir. Ancak, kılıcın diğer tarafı da insanları
kesebilir. Bu kudretli kılıcın nasıl kullanılacağı, onu tutanların bilgeliğine
bağlıdır.” (syf.469)
Bakalım gelecekte bu “bilgeler kurulu"nda kimler olacak?
Not: Yapay zeka kısmına hiç
girmediğimi fark etmişinizdir. Bu bence, ayrıca incelenmesi gereken bir konu.
Bununla ilgili fikirlerimi de paylaşacağım yakın zamanda.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder