Benim yerli dizilerle ilişkim İkinci Bahar’dan sonra (2000)
kesilmişti. Uzun süre yerli dizilerle hiç ilgilenmedim. Sonra hayatıma
sırasıyla Binbir Gece, Ezel, Gönülçelen, Fatmagül’ün Suçu Ne, Öyle Bir Geçer
Zaman ki, Karadayı ve Merhamet girdi (Görüldüğü üzere ben öyle mafyalı, ağalı,
köklü aileli, ağlak dizilerden pek hazetmiyorum). Bunların ortak özelliği
ilk sezonlarının son derece başarılı olması ve çok tutmasının ardından konularının sündürülerek berbat final sezonları ve daha berbat finallerle bitmesi (Bana göre en kötüsü Merhamet’in finaliydi). Niye tadında bırakmayız bilmem. Hiçbirinin son sezonunu izleyemedim, içim almadı ama -merak da oluyor tabi bir miktar- özetlerden takip eder gibi yapıp final bölümlerini izledim.
ilk sezonlarının son derece başarılı olması ve çok tutmasının ardından konularının sündürülerek berbat final sezonları ve daha berbat finallerle bitmesi (Bana göre en kötüsü Merhamet’in finaliydi). Niye tadında bırakmayız bilmem. Hiçbirinin son sezonunu izleyemedim, içim almadı ama -merak da oluyor tabi bir miktar- özetlerden takip eder gibi yapıp final bölümlerini izledim.
Yukarıda bahsettiğim dizilerden bir kısmı romanlardan,
filmlerden esinlenilmiş. Güzel. Esinlenilsin tabi, ama sadece ana fikri alıp
bütün hikayeyi değiştiriyorsan (misal; Fatmagül’ün Suçu Ne?) -öncelikle yazara
ve/veya esere saygı gereği- dizinin de ismini değiştirmek gerek. Örneğin Ezel,
Alexandre Dumas’ın Monte Cristo Kontu isimli romanından esinlenilmiş ama, en
azında farklı bir isim koyma duyarlılığı gösterilerek insanların gerçek romanla
ilgili yanlış fikirler edinmeleri engellenmiş. Bunun, özellikle çocuklar için
önemli olduğunu düşünüyorum. Yani hiç olmazsa “Monte Cristo Kontu” deyince
akıllarına ciplere binen Ezel, mini eteklerle alışveriş merkezlerinde dolanan
Eyşan veya servisle özel okula giden sırt çantalı Can gelmeyecek. Gönülçelen de
My Fair Lady’den (1960’lı yıllarda çevrilen ve başrollerini Rex Harrison ile
Audrey Hepburn’ün oynadığı film) esinlenerek ortaya çıkmış bir dizi ama
şükürler olsun ki adı değiştirilmiş. Merhamet ise, Hande Altaylı’nın Kahperengi
isimli romanından uyarlanmış. Bu roman bir klasik değil elbet -2012’de
yayınlanmış hoş bir hikaye- bir edebiyat eseri bile sayılmaz ama yazara saygı
anlamında, isminin değiştirilmesi en doğru hareket olmuş.
Neyse yani demem o ki, sadece ana fikirden esinlenip bütün
hikayeyi neredeyse baştan yazmacasına değiştiriyorsanız, dizinin ismini de
değiştirmeniz gerek.
İzlediğim dizilerin hepsi ile ilgili uzun uzun fikir beyan
edebilirim ama bayat bilgi olur, onun için daha güncel, bu sene izlemeye
başladığım bir diziyi ele almaya karar verdim.
UFAK TEFEK CİNAYETLER
Birkaç arkadaşım çok methetti; öyle ağlak falan değil, ilginç
bir konusu var, seyret bak, hoşlanacaksın, falan. Biraz konusundan da
bahsettiler, konusundan ziyade kurgusu ilginç geldi: Bir partide bir cinayet
işleniyor, kimin öldüğü belli değil, bütün hikayeyi sorguya çekilen görgü
tanıklarının anlattıklarından izliyoruz. (Geldik 20.bölüme, makdul hala belli
değil). Bu arada, kurgusu tabi ki yabancı bir diziden -Little Big Lies- alınmış
ama geri kalan her şey değiştirilmiş.
Neyse, sanırım 13 veya 14. Bölüm yayındayken, ben internetten
birinci bölümden itibaren izlemeye başladım ve yayını yakaladım.
Bütün hikaye 36-37 yaşlarında 4 kadın üzerinde dönüyor: Merve,
Pelin, Arzu ve Oya. Bunlar lisedeyken, diğer üçü Oya’ya çirkin bir oyun
oynuyorlar, daha doğrusu Oya ve edebiyat öğretmeni Edip’e. Üçünün de
kendilerine göre sebepleri var: Pelin, Oya’nın sevgilisi Taylan’a aşık. Merve,
Edip hocaya aşık ama o buna yüz vermiyor tabi (bunu da 15. Bölümde falan
anlıyoruz). Arzu ise dolduruşa gelen bir dangalak. Herkesi -okul yönetimi
dahil- Oya ile Edip’in ilişkisi olduğuna inandırıyorlar -gözlerimizle gördük,
ben Oya’ya dedim vazgeç bu sevdadan diye, falan derecesinde- ikisi de okuldan
atılıyor, Oya intihara kalkışıyor ama kurtuluyor, sonra doktor oluyor. Edip’le
de bağlarını koparmıyorlar, çok iyi arkadaş oluyorlar ama diğer üçüyle bir daha
görüşmüyorlar.
Büyük karşılaşma okul müdürünün cenazesinde gerçekleşiyor,
hikaye de böyle başlıyor zaten.
Öncelikle karakterleri biraz anlatalım.
Merve: Lisedeyken Oya’ya yaptıkları oyunun fikir babası.
Manipülatif. Vicdan yok. Sosyopat da denilebilir, işine gelen her türlü
kötülüğü herkese yapabiliyor, “can arkadaşları” Arzu ve Pelin’e bile. Evli,
küçük bir bir kızı var. Kocası Serhan aileden zengin bir iş adamı. Sarmaşık
isimli bir sitede, malikane gibi bir evde yaşıyorlar. Merve; site, sitede
yaşayanlar, ilişkiler vs. her şeyi yönetiyor. Kocası hariç, hiç kimseden ve
hiçbir şeyden çekinmiyor.
Pelin: Babası zengin bir müteahhit. Oya ortadan kalkınca
Taylan’la evlenmiş, Taylan da Pelin’in babasının şirketlerinden birinin başında
(galiba). Bunlar da Sarmaşık’da yaşıyor. Merve’nin yörüngesinde, onun gücünden
yararlanarak ve bir gün onun yerine (!) geçeceğini umarak yaşıyor. Küçük bir
oğlu var.
Arzu: İçlerinde en mütevazi ve en salak olanı. Herkesin her
dediğine inanıyor, ama zaman zaman dişlerini de gösterebiliyor. Kendisini
aldatan (sonradan boşanıyorlar zaten) mücevherci bir kocası ve 2 çocuğu var.
Kız 15-16, oğlan 11-12 yaşlarında. Sarmaşık’da yaşıyorlar. Diğerleri, yani
Merve ve Pelin, Arzu’nun ev kadınlığıyla dalga geçiyor ama hepsi ev kadını bu
arada, hiçbiri çalışmıyor, kocalara sırtlarını dayamış yaşıyorlar.
Oya: Yukarda biraz bahsettiğim gibi diğer üçünden ayrı bir hayat
kurmuş. Kadın Doğum doktoru olmuş. Dizinin “iyi kalpli, sağlam karakterli,
yalanı dolanı olmayan” karakteri. Bekar. Her nedense, diğerlerinin ısrarıyla
Sarmaşık’a taşınıyor. Hepsinden nefret ediyor ama uzak da durmuyor (bu kısmı
hiç anlamış değilim ama Oya bunlara bulaşmasa dizi olmazdı tabi)
Bir de önemli bir yan karakterimiz var; Burcu. Burcu, Arzu'nun
kocası Mehmet'in sevgilisi. Şimdi birlikte yaşıyorlar. Sarmaşık'a taşınmak için
kendini satabilir. Nitekim çevirdiği dolapların haddi hesabı yok.
Bir de Edip var, dizi filozofu. Kendi halinde freelance çalışan
bir fotoğrafçı. Hani Oya ile birlikte okuldan atılan edebiyat öğretmeni.
Oya'ya gayet sağduyulu, akıllı uslu akıllar verirken -bunlardan uzak dur,
onlarla aşık atamazsın, seni yer bitirirler, vb- birden içine cin kaçtı ve
Sarmaşık'taki sosyal tesisin işletmesini aldı. (Ne Sarmaşık'mış kardeşim,
aslında dizinin en ana-baba karakteri Sarmaşık galiba)
Dizi ile ilgili izlenimlere geçelim.
Kadınlar sürekli olarak podyumdan fırlamış gibiler. Yani
kahvaltıya bile pür makyaj, son derece şık kıyafetler, topuklu ayakkabılarla
falan oturuyorlar. Merve’nin mutfakta bir iş yapışı var, yani izlemeniz lazım,
gerçekten.
Bu çatlakların hepsi ilgili ve iyi anneler.
Dizide hem sürekli aksiyon var hem de sahnelerde garip bir
durağanlık söz konusu. Yani örneğin, biri bir şey diyor, diğeri uzun uzun ona
bakıyor, sahnede başkaları varsa onlar da bakıyorlar, öööyle bir bakışmadır
gidiyor. Gerçek hayatta biri size öyle baksa “ne bakıyorsun, cevap versene”
falan dersin. Yani bu kısımları çıkarsalar bölümler bir buçuk saate iner,
yeminle.
Dialoglar sürreal. Kimse söylenmesi gereken şeyleri söylenmesi
gereken yerde söylemiyor. Hepsinin ağzından çıkan 5 cümlenin 4’ü yalan, ya
içeriği ya eşlik eden duygusu ya da hepsi yalan. Bunların sonuçları da olmuş
tabi ama 20 küsur yıldır böyle yaşıyorlar ve hala “ay biz kaç yıllık dostuz”
muhabbetindeler. Kimse kimseyi tam anlamıyla dinlemiyor, dinlese bile
anlamıyor, hadi anladı, gereğini yapamıyor, vb, dizinin genel kabızlığından
insana fenalık geliyor.
Entrikanın bini bir para. Saray entrikaları falan halt etmiş.
Herkes birbirini satıyor, birbirinin açığını yakalayıp ona karşı kullanıyor,
sonra dönüp “hadi yemeğe gelin” diyor, diğerleri de gidiyor.
Bazı kahvaltı muhabbetleri var, yani 1 masada oturan 4 kişinin
1'li, 2'li ve 3'lü kombinasyonlar şeklinde jet hızıyla müttefik, taraf ve
düşman değiştirmelerini izlerken başınız dönüyor.
Yani her şey o kadar abartılı ki izlerken bütün gerçeklik
duygunuzu yitiriyorsunuz. Karakterler çizgi roman kahramanı gibi, halleri, tavırları…
Sık sık “yok artık! Allah da benim belamı versin ki bunu izliyorum” noktasına
geliyorsunuz. Diyeceksiniz ki “madem ne izliyorsun?” E merak ediyorum, ölen
kim, öldüren kim, Oya buradan sağ çıkabilecek mi, vb.
Bu arada, henüz ana karakterlerin hiçbiri sorguya alınmadı, “şok
geçirmişler”, “hastanedeymişler” (!?) Sorguya çekilenler de bir detay
anlatıyor, aklınız durur. Yani insan düşünüyor tabi, bunlar anlattıkları
vukuatların hiçbirinde olaya dahil değilken, hatta ortamda bile yokken bunca
detayı nereden biliyorlar?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder