3 Mart 2017 Cuma

Dünya “Ben”den İbaret Değil!

İngilizcede “alınan dersler” diye bir kavram vardır. Yani her dilde var tabi de, özellikle büyük projeler yapan şirketler bir gelişim aracı olarak bu kavramı pek sever, hani bu projenin şu aşamasında şöyle bir hata yaptık, sonuçları şöyle oldu, bundan sonra yapmayalım, gibi.
Büyük projeler yapan bir şirket çalışanı olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, bu asla işlemez. Kimse ders falan almaz. Aynı hatalar tekrarlanıp durur. Üstelik farklı sonuçlar beklenir, olmayınca da “aaa, e n’oldu şimdi? Niye olmadı? Hay Allah…” falan, şaka gibidir iş hayatı. İlişkiler de çok farklı değildir, insanlar ilişkilerinde sürekli aynı davranışı sergileyip farklı sonuçlar beklerler, çünkü sorun onlarda değil karşıdakindedir. Bir de toptancıyızdır; bütün amirler kötü yöneticidir, salaktır, iki yüzlüdür vb., bütün erkekler alçaktır, düşüncesizdir, kazmadır vb., bütün kadınlar hindir, içten pazarlıklıdır, entrikacıdır vb.

Peki, hiç dönüp kendimizi sorguladığımız olur mu? Bunu derken, “salağım ben, hep iyiniyetimden oluyor bunlar…” gibi aslında kendimizi sorgulamadığımız, kendimizi sorgular gibi yapıp yüceltmeye çalıştığımız, sorgulama gibi görünen saçmalıktan bahsetmiyorum tabi. Aslında bunu yapanları da anlıyorum, yani böyle yapmasa kendini inkar etme noktasına gelecek, insanın kendi hatalarıyla yüzleşmesi en zor olanıdır, başkalarının hatalarından daha çok yıpratır insanı ama en çok da bundan öğrenir ve kazanırız. Çünkü mükemmel insan diye bir şey yok, sadece hatalarından ders çıkaranlar ve çıkaramayanlar var.

Sorgulamaya dönersek, sorgulama derken, illa ki sorun sizdedir de demiyorum, ama bu sorgulamayı yapıyor muyuz, ben bunu merak ediyorum. Örneğin, çok öfkelendiğimizde durup düşünüyor musunuz “ben niye bu kadar öfkelendim ya? Haa, henüz kahvaltımı etmedim” ya da “ay tabi, gece iyi uyuyamadım, geberiyorum uykusuzluktan” ya da “e çünkü doğru söylüyor, yumuşak karnımı buldu” gibi bir sonuca varabiliyor muyuz? Sonra da “şimdi bu konuyu unutayım, ben bir kahvaltımı yapayım, çayımı içeyim, dinleneyim, kendime geleyim, sonra salim kafayla tekrar düşünürüm” diyor muyuz? Hiç sanmıyorum, herkesin her konuda suçlu olarak birbirini gösterdiği bir toplumda yaşıyoruz. Ve bu toplumda aklıselim, sağduyulu davranmak, sakin olmak ya da sakin kalmak pek makbul değil. Çünkü herkes bilir ki, çok bağıran çok haklıdır, hele küfrediyorsa en haklı odur, bi de yumruğu çakarsa, yeme de yanında yat yani, o raddede. Sakinlik, sağduyu vb. hemen özgüvensiz veya güçsüz veya korkak olduğunuza yorulur. Halbuki, Karate Kit filminde Miyagi San’ın bir lafı vardır; çocuk “hem bana dövüşmeyi öğretiyorsun hem de kavgadan uzak durmamı söylüyorsun, o zaman bunları niye öğreniyorum” diye sorar, Ulu Miyagi ise “kavga etmek zorunda kalmamak için” der, çok derinlikli bir yorumdur. Dikkat ederseniz, en karizmatik, etkili ya da güçlü insanlar seslerini hiç yükseltmezler, bağırıp çağırmazlar, vurup kırmazlar. Ama tabi oralara gelene kadar neler yaptıklarını bilemeyiz, o ayrı.

Gene sorgulamaya dönelim. Burada ince bir ayar var. Kendimi sorgulayayım derken, olur olmaz herşeyde, kendimizi suçlamayı kastetmiyorum. Çünkü sorgulama, karşıdakini aklamak için değil, tepkilerimizi kontrol altına almak ve sonradan pişman olacağımız şeyler yapmamak için başvuracağımız bir yöntem olmalı. “Öfkeyle kalkan zararla oturur” lafı çok başarılı bir laftır ve boş değildir. Sadece olumsuz değil olumlu duygularımızın da dışavurumunda kontrollü olmak, hep bir adım geride durup olaylara tepeden bakabilmek… Bu noktaya herkesin gelmesi de şart değil ama gelemeyenler de gelenleri takdir etse, onlara yol verse, en azından köstek olmasa… Hayaller, hayaller…

Herkes bir anlasa; Dünya “ben”den ibaret değil!

Bir hikayeyle bitirelim;

Bir kuş soğuk bir kış gününde yiyecek bulmak için kanat çırpıp duruyormuş.
Hava o kadar ayazmış ki minik kuş dayanamayıp karın üstüne düşmüş.
Minik kuş çaresiz soğuk karın üstünde ölümü beklerken oradan geçen bir inek kuşun üstüne sıçmış.
Kuş öyle bir sinirlenmiş ki kanatları donmamış olsa kalkıp ineği dövecek.
Bir de bakmış ki bokun sıcaklığı ile kanatları çözülmüş, yaşama geri dönmüş.
Öyle bir sevinçle ötüyormuş ki oradan geçen bir kedi bunun sesini duymuş ve boku eşeleyip kuşu boktan çıkarmış, kuş buna da çok sevinmiş, tam kediye teşekkür edecekmiş ki kedi onu yemiş!

Bu hikayeden çıkaracağımız 3 anafikir var; 

1) Her üstüne sıçanı düşmanın sanma! 
2) Seni her boktan çıkaranı dostun sanma!
3) ve en önemlisi: BOKUN IÇINDE MUTLUYSAN, SESİNİ ÇIKARMA!

1 yorum:

  1. Yani mutlu olunca sevinçten ötme, sus farkedilemden dur mu diyorsun ? Yazını sevdim, Karate kit alıntısı da beni eskilere götürdü, bir mutlu etti, ama ses çıkarmıyorum :)

    YanıtlaSil